Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
İŞARETLERİN DİLİ
Çağlar ötesine gitmeden yaşıyoruz aslında geçmişi. İlk kelimenin ne olduğunu düşünüp; ‘bu isimleri kim neye göre belirledi?’ sorusunun gelgitleriyle kabullendik her şeyi.
Kâh bir nokta oldu anlam yüklediğimiz, kâh ünlemle dikkat çektik manalara.
Kılıktan kılığa giren türlü esprilerle şenlendi bazı anlarımız… Mağarada dile geldi saçı sakalı karışan atamız. Neydi peki bunca kelimeleri dile döktüren? Çevrede var olan figürlerin tasvirini yapmak mı zor gelmişti, yoksa medeniyet bunu mu gerektiriyordu?
***
İşaret dili pek çok insanın farklı nüanslarla kullandığı bir iletişimdir aslında. İlk önce Fransa’da işitme engelliler arasında, el hareketleriyle birlikte jest ve mimiklerin kullanıldığı fiziksel bir etkileşim olarak ortaya çıktı. Her bir eşyanın veya duyguların karşılığı olan hareketler, el ile ahenk kazanırken, lâl olanlar için büyük bir problem- kısmen de olsa- çözüme kavuşuyordu.
Yine yakın geçmişimizde, 1832’ de, telgrafla ilgilenmeye başlayan Samuel Morse tarafından 1835 yılında oluşturulan ve soyadının verildiği Morse Alfabesi ile tanıştı insanlık. Biraz karmaşık gibi görünen bu sistem özellikle istihbarat teşkilatlarının gizli dili olmuştu ve halen de olmaya devam ediyor.
Peki ya edebiyat alanında kullanılan işaretler…
Her birinin altında yatan gizli mesajlar var aslında. Lakin anlamak isteyene tabi.
Bir nokta (.) deyip geçmeyin lütfen: O size nerede durmanız gerektiğini söyler. Tıpkı yerini bilmesi gereken insanların durması gerektiği yer gibi! Ondan sonrası sadece ya yenilik ya da teşvik edici olmalıdır. Geriye dönüşü de çok nadirdir. İşaretin en anlamlısı desek yeridir.
Virgülle (,) boşluk bırakırız hayatımıza… Durup dinleniriz ve sonrası için yapacağımız ne varsa kendimizi çek ederiz. Nefestir, virgül.
Ya canımız yandığında ya da korkularımızda dile gelir ünlem (!)… O hep uyarıcıdır. ‘Aman!’ der, dikkat çeker. Ya da ‘canıma minnet’ çektirir. Özünde kırmızı bir çizgiyi barındırır. Tabi ki yine anlayana!
Bitmeyen söylemlerin, karşılığını göremediğimiz duruşların dilidir üç nokta (…). ‘Aslında diyecek çok şey var ama…’ deyip de diyemediklerimizdir kimi zaman. Aklı olan hemen alır ondaki dersi.
Dikkat çeken bir alıntı veya taşınacak olan sözün öncesinde, kendimize ait olmayanı vurgulamaktır iki nokta (:). Sözün sahibi siz değilsinizdir; sadece aktaran olursunuz. Tıpkı dedikodu yaparken: ‘ben onun yalancısıyım’ sözüyle sergilediğimiz performansta olduğu gibi.
Tüm meraklar onunla giderilir: soru işareti(?). Neydi, nasıldı, ne zamandı vs. Aynı zamanda ufkunu açandır bu işaret. Bilinmezlikler aydınlığa kavuşur onun sayesinde ve sorgulama esası üzerine bir yaşam sürer insanlık.
O kadar çok var ki. Şimdilerde emojiler aldı tepkilerimizin doğal yerini. Jest ve mimiklerin aktarılamadığı sanal âlemlerde, muhataplarımıza yetiştirmek zorunda olduğumuz iletilerde vermek istediğimiz mesajları kâh gülerek kâh ağlayarak kâh duygusal olarak vermeye çalışır olduk.
Ne de çok iletişim dili varmış oysa değil mi?
Peki bizler neden anlaşamıyoruz?
Veya anlaşabilmek için hangi dili kullanmamız daha fayda sağlar?
Yoksa siz farklı mı düşünüyorsunuz?
Sizce aynı dili konuşuyor olsaydık, anlaşmazlıklar bu dünyada barınabilir miydi?
‘Neyi alıp veremiyoruz?’ sorusu dile gelir miydi?
İşaretlerin bir dili, var olmaya var da; bizim dilimizin bir işareti var mı, onu çok merak ediyorum!
Aslında gerçek anlamda yaşamamız için tek bir dil yetiyordu: SAYGI DİLİ. Onu da bir türlü beceremiyoruz işte.
Neyse… Kendinize iyi bakın…