• slayt
Duyurular
İzmir Hava Durumu
Anket
Döviz Bilgieri
Merkez Bankası Döviz Kuru
  ALIŞ   SATIŞ
USD 0   0
EURO 0   0
       
Özlü Sözler
"Okumak, yalnızca bilgiyi değil; merhameti, sevgiyi, anlayışı ve umudu da çoğaltır. Bir kitap, insanı kendine ve hayata yeniden yaklaştırır."
Reklam
Bakış açısı

Bakış açısı

İnsan yaşadıkça, hayatına kattığı yeni kavramlarla tanışır. İyi ve kötü ise bunlardan sadece ikisidir. Eğer huzurlu ve kendi ile barışık ve üretken  bir ruha sahipse, hayatın zor yollarinda  bile ayağa kalkarak dimdik  yürümeyi başarır. Ama bakışı karanlığa yön almişsa , en küçük olumsuzluğu bile büyüterek yoluna negatif enerjisi ve olumsuz kimliğj ile devam eder.
Olaylara pozitif bakan insan, en  çıkmazı bile dönüştürmek için çaba gosterirken  “kötünün iyisi” der ve yoluna devam eder. Oysa her şeye olumsuz bakan, hep eleştiriden beslenen biri; en iyi şartlarda bile kendine mutsuzluk arar, bulur. Ona göre her şey eksiktir, her şey kusurludur ve hatta en iyi ihtimal bile “kötünün iyisi”dir.
Aslında sorun sadece şartlarda değil, insanın içindeki aynadadır. Aynası karanlık olan, dünyayı aydınlık görmeyi bekleyemez.
Iste tam bununla ilgili bir hikaye

Kötünün İyisi
Yıllarca hayat ona altın tepside sunulmuş gibi geçti.Deyim yerindeyse, küçük bir sarayın içinde büyüdü. Maddi kaygı nedir bilmedi; ailesi her imkânı önüne sermiş, onu en iyi okullarda okutmuştu. Ama o, tüm bu imkânlara rağmen hedefsiz bir gemi gibi savruluyordu. Rota çizemiyor, yön belirlemiyor, sadece hayatın akışına bırakıyordu kendini.
Günlük yaşamın içinde yalnızca bugünü düşünen, üretmekten uzak, yarına dair hiçbir hayali olmayan biriydi.
Sanki hayat ona fazlasını sunmuş, ama o bunun içini dolduracak cesareti hiç bulamamıştı.

Hayatta şanslı olmasını hiç iyi değerlendiremedi. Çünkü mutluluğu hak etmek için bir kez bile çaba göstermemişti.
O, elde edilen her şeyi kolayca tüketen; ama hiçbir şeyin kıymetini anlayamayan biriydi. Her şeye eleştirel bir gözle bakar, küçümser, basit görürdü.
Sanki elindekiler ona fazla, dünya ise ona az geliyordu.Beğenmek bilmezdi; çünkü beğenmek için önce anlamak, emek vermek gerekirdi.
O ise hiçbirine zahmet etmezdi. Ve bir gün… hiçbir şeyin değişmeyeceğini sandığı o rahat düzen bir anda çöktü. Ailesinin yıllardır ayakta tuttuğu iş, beklenmedik bir krizle battı.
Güvendiği, arkasında sarsılmaz sandığı o büyük duvar, tek gecede yıkıldı.
Ev satıldı, arabalar gitti, hesaplar boşaldı.
Altın tepside sunulan hayat, bir anda elinin altından kayıp gitti.

O ise ilk kez kendi başına kalmıştı; ne yapacağını bilemeyen bir çocuk gibi.
Her şeyi küçümseyen, beğenmeyen, eleştirmekle yaşamayı alışkanlık haline getiren tavrı… şimdi ona sadece yük oluyordu.
Çünkü artık ayakta kalmak için beğenmek değil, çabalamak gerekiyordu. Çalışmak zorunda kalmıştı…
Ama elinde hiçbir beceri yoktu.
Yıllarca sadece hazır olanı tüketmeyi öğrenmiş, üretmenin ne olduğunu hiç tatmamıştı. İşte hayatında ilk kez varlıktan yokluğa düşmenin acı gerçeğiyle yüzleşiyordu. Başlamanın en zor dönemiydi bu:
Ne yapacağını bilmediğin, kimliğini bulamadığın, güvendiğin her şeyin senden çekip gittiği o tekinsiz eşik.

Zamanında yüz çevirdiği, küçümsediği, hatta değersiz gördüğü tüm kapıları tek tek çalmak zorunda kalması…
onun için hem büyük bir yıkım hem de içten içe bir devrimdi. Bir zamanlar burun kıvırdığı işler, insanlar, fırsatlar şimdi önünde duran tek seçenekti.
Kibrinin duvarları birer birer yıkılırken, gerçeklerle ilk kez bu kadar çıplak yüzleşiyordu. Her adım, gururunu kemiren bir acı taşıyordu; ama o acının içinde yıllarca unuttuğu bir şey sessizce filizlenmeye başlamıştı: emek vermek.
Sonunda bir sabah, herkesin sıradan gördüğü ama onun için dağ gibi duran bir kapının önünde buldu kendini.
Basit bir işti… belki asgari ücret, belki uzun saatler… Ama hayatında ilk kez kendi emeğiyle ayakta durma ihtimali taşıyordu.

İçeri adım attığında eski yaşamından geriye kalan tek şey, taşıdığı mahcupluktu.
Kimse onun geçmişinin ne olduğunu bilmiyordu; kimse “bir zamanlar varlık içinde büyüdün” demiyordu.
Bu sessizlik, bir yandan rahatlatıyor, bir yandan da daha derinden yakıyordu onu.
İlk gün elleri titredi. Yapacağı iş basitti ama ona ağır geliyordu; çünkü alışık olmadığı şey “çalışmak” değil çalışarak kendini var etmekti. Terledi, yoruldu, defalarca hata yaptı. Eskiden bir işçiyi küçük görürken, şimdi o işin içinde kayboluyor; her adımda içindeki kibir kırılıp un ufak oluyordu.
İlk maaşını cebine koyduğunda, paranın ağırlığı sadece maddi değeriyle değil, taşıdığı anlamla da hissediliyordu.
Oysa bir zamanlar cebine düşen her kuruş, aile tarafından sunulmuş, hiç düşünmeden tükettigi belki bir dakikada harcadigi para neymiş anladi.Şimdi her lira, onun emeğinin, sabrının ve hatalarının karşılığıydı. Konforlu evler, lüks okullar, önüne serilen altın tepsileri  ve ne kadar bos bir hayat yasadigini dusundu.
Gözleri, yıllarca küçümsediği işçileri ona saçma gelen mucadeleleri , alay ettiği sıradan işleri hatırladı.
Eskiden onları küçük görürken, şimdi kendi elleriyle aynı emeği, aynı yorgunluğu çekiyordu.
Her hatasında, akittigi ter damlasında, kibirli benliği toz zerresi gibi  ufalanıyor;  ve yerine gerçek bir insan olmanın  eksik kalan ilk parçaları yerleşiyordu.
Akşam, ilk maaşını alıp virane evine döndüğünde, yorgun ama bir o kadar da farklı bir huzur vardı üzerinde.
Ellerinde küçük bir bardak çay alaraj pencerenin önüne oturdu ve derin bir nefes aldı.
 Belki yillarca gulumsemdigi bir ifade ile gülümsedi. “Kötünün iyisi bu olsa gerek,” dedi. kendi kendine. Eskiden ayağının üzerinde durmak ne demek olduğunu bilmezdi; şimdi ise, ayaklarım üzerinde durmayı öğrenmenin mutluluguydu bu.
Ve ilk kez, geçmişini küçümsemek yerine, yaşadığı her anın kıymetini bilmeyi öğrendi



Sibel ATAPEK

Yazarlar ve Şairler Dayanışma Derneği

© Copyright 2022  V4.1 Tüm Hakları Saklıdır. | Dernek Sitesi


Top